3 Aralık 2015 Perşembe

TÜRKMEN DAĞI VE İNSANLIK ONURU; Eğitimci, Araştırmacı - Yazar, Abdullah Çağrı ELGÜN

TÜRKMEN DAĞI VE İNSANLIK ONURU
Abdullah Çağrı ELGÜN

Bayır Bucak Türkmenleri ve Türkmen Dağı:

Türkmen Dağı sadece oradaki Türkmenlerin problemi, sıkıntısı, katliamı; kadınların,  genç kızların toplanarak, salonlarda, camilerde, okullarda çırıl çıplak soyulup askerlere sunularak tecavüzlere uğratıldıktan sonra, sokaklarda aşağılatılarak dolaştırılması ar, namus ve insanlık şereflerinin ayaklar altına alınması değil Türkiye’deki ve dünyadaki ne kadar Türk varsa, insan varsa, onların da insan olabilme, insan kalabilme problemi, katliamı ve tecavüzünden başka bir şey değildir. 
Savaş da bir adap, bir haya, edeb ve insanlık kuralları çerçevesinde yapılır. Savaşçı olmayan, asker olmayan, sivil halkın tecavüze uğraması, insanlık dışı muamelelere tabi tutulmasını hiçbir  akıl ile izah edilemez… Bu savaş değil, yaşlı, genç, çoluk çocuk, kundaktaki bebeklerin, bir milletin, bir ırkın, insanlığın katliamdır. Oradaki Türkmenler’in kovulup, korkutup katliama karşı karşıya bırakılarak evlerini barklarını, vatanlarını terke zorlanması, kalan ve kaçamayan yaşlı, kadın kız, çocuk, kim varsa kötü muamele ve işkenceye tabi tutularak, yörenin boşaltılması, Eset’e peşkeş çekilmesi, bir ırkın ve insanlık huzurunun yok edilmesidir.

Bundan yaklaşık altı ay önce: (Abdullah Çağrı ELGÜN blokspot.com.tr “SURİYE, BAYIR, BUCAK SEFERİ ve AKDENİZ”) Pazar, 21 HAZİRAN 2015, Ankara adlı makalemizde konuyu dile getirmiş: “Suriye Bayır, Bucak Türkmenleri, Güneyden Eset Güçleri, Doğudan PKK ve PYD teröristlerinin kıskacı alında, imha edilmenin eşiğindedir… Türkiye, bu kıyımı durdurmak için Kıbrıs’a girdiği gibi Suriye’ye girmeli; fakat Kıbrıs’ta yaptığı hatayı burada tekrar etmemelidir…” demiştik. Altı ay önce söylediğimiz bu sözler, bugün telafisi zor, şart ve durumları, dost ve kardeş iki ülke, Rusya ile Türkiye’yi de karşı karşıya getirmiştir; ve, fakat çözüm, imkansız değildir… Mümkün ve imkan dahilinde olup bu konuda kararlı olmak ve sözlerimizin arkasında ve dik durmak yeterlidir.

Ortadoğu, Türkiye ve Putin:
Ortadoğu, konum itibari ile boşluk kabul etmez. Buradaki en yakın aktörler burada aktif rol alamazlar, meydana gelen boşluğu dolduramazlar ise yerlerini kıtalar ötesinden gelen, gelecek olan İngiltere, ABD, Almanya, Fransa ve nihayet Rusya, Sıcak Denizlerdeki ezelî iştiyakını gidermek için Hazar’da Karadeniz’de ve Akdeniz’de yüzerek hevesini gidermek buraları da Rus Gölü haline getirmek isteyecektir… Rusya'nın en Avrasya'da büyük rakibi ve dostu Türkiye'dir. Sonra İran ve Çin'dir. "Çetin Coğrafya", "Jeopolitik Türkiye", "Türkiye Türkiye", "Türk Ufku", "Türkiye'nin Kültür Değerlerinde Osmanlı Mirası"...vb. makalelerimizde defaatlerce dile getirilmiştir. (http://abdullahcagrielgun4.blogspot.com.tr), Bu topraklar, boşluğu asla kabul etmez. Bunu herkesin bilmesi gerekir.
1995-1997 Yılları arasında Kazakistan/Almatı Abay Devlet Üniversitesinde görev yaparken bir çok üst düzeyde Rus devlet adamı, öğretim görevlisi ve bürokrat ile de tanışma fırsatı bulup buralardaki diğer Türk Cumhuriyetlerinde dolaşarak, oradakileri de tanıma ve Ruslar’la da yakın mesaim oldu. Rus Halkı ve yöneticileri, Türkiye’yi ve Türkiye Türkleri’ni çok seviyorlar. Hem Orta Asya da kaldığım sürede hem de Antalya ve Akdeniz bölgesi otellerini dolduran Rus turistlerin tamamının eğilimi de Türkler’i vaz geçilmez kılıyor. Karakter özelliklerine gelince Ruslar, Türkiye’deki insanlara göre, daha sert ve ani kararlıdırlar. Ruslar, bir konuya karar verdiklerinde geri dönüşleri zordur. İnat ve sert bir yapıları vardır. Putin’in ani kararının sebebi de bu karakter özelliğinden olsa gerekir.
Rusya’nın sanıldığı kadar abartılacak büyük bir gücü de yoktur. Kaldı ki Ruslar Putin’in despot yönetiminden şikayetçi olup ekonomisi de bugün itibarı ile Rus Halkının refahı, müreffeh bir hayatın devamı için yeterli olmayıp halk ekonomik bir kıskaç içinde kıvranmaktadır.
Rus Hükümeti bugün yeni kaynaklar bulamaz ise ekonomik çıkmazlar içinde kıvranmaktan kurtulamayacak ve refahı yakalamaları mümkün olmayacaktır. Meydana gelen krizler her zaman yeni imkanları buluşları ve bağımlılıkları terk etmek için önemli bir ivmedir. Sadece Rusya’ya bağımlılıktan değil; ama gaza bağımlılıktan kurtulmanın yolu da gazdan daha ucuz ve kolay kullanımlı hidrojen veya uranyumdur. Hidrojen geleceğin en önemli enerjisi olmasa bile "ALTIN, URANYUM" geleceğin en etkin enerjisidir... Her ikisinin  de kaynağı Türkiye'dir. Bunlardan Hidrojeni her şeyinde kullanan Kanada, Avusturalya, Çin, Hindistan, ABD ve dünyanın diğer ülkeleri yeni yeni arayış ve kullanımlara yönelmişlerdir. Dikkatleri çekeriz.

Putin'in Çizilen Karizmasını Kazanma Çabaları:
Rus uçağının düşürülmesi ile Putin'in karizması çizilmiştir. Rusya dışarıda ve içeride itibar kaybetmiştir.
Muhalefet veya dış güçlerin şişirdiği bir Rusya, ABD desteğinde bu cesareti sergilemekte ve anlamsız Donkişotluğa soyunmuştur. Obama ile Putin’in Suriye kınusunda anlaşmış oldukları anlaşılıyor. Aksi halde Rusya’nın Türkiye gibi bir güce, Ortadoğuda’ki Rusya’nın en büyük rakibi ile dalaşarak rest çekmeğe kalkmasını hiçbir akıl, izan ve sağ duyu  ie bağdaşmaz
Putin’in egosu ve Türkiye ile restleşmeğe kalkışması ve bu durum ve yaptırımların gerçekleşmesi ve gereğinden fazla uzaması Rusya'yı zora sokar. Devamında, Rus halkı ve Rus ekonomisi, Türkiye'den beş on misli fazla zarar görecektir. Bu “Rus Rulet”ini oynamak Putin’in koltuğunu da sarsacak belki de Putin’i ve yönetimini al aşağı edecektir. Bu durumu hiçbir şekilde göze alamayacağı, öfke ve  heyecan anı geçtikten sonra da aklı selimin hakim olacağı kanaatindeyim.
Rusya ile olan kriz sebebiyle, diğer husumet ve kırgınlıkları bir tarafa bırakıp Cumhurbaşkanı, Başbakan, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ve muhalefetin tüm partileri bir ve beraber; TEK BİLEK, TEK YUMRUK ve TEK YÜREK GİBİ ATARAK HÜKÜMETİN YANINDA ve SONUNA KADAR ARKASINDA DURMAK ZORUNDADIR.
Şimdi burada önemli olan, ordumuzun Türkmen İline girmeli ve bu bölgede Türkmenler’e kesin bir hakimiyet sağlatarak Türkmen ve yöre halkını güvence altına almalıdır. Burada Bağımsız veya Türkiye'ye bağlı otonom bir devlet kurarak gücünün bir kısmını da orada bulundurmalıdır.
Savunulan davada dik durmak, kararlılığımızı hiçbir taviz veremeden sonuna kadar aynı kararlılıkla devam ettirmek önemli elzem ve mecburiyettir. Aksi halde sadece burada değil, Türk Cumhuriyetleri ve İslam Devletleri kardeşlerimizle ilgili hayallerimiz ve iddialarımızda da tökezleyerek bir daha doğrulmamız mümkün olmaz… Kırım bunun örneklerinden biridir.
Türkiye için ikinci bir fırsat doğmuştur ve bu fırsat ürkek, pısırık, kararsızlıkla yürütülecek bir politika ile başarılamaz. Bizim yerimize İngiltere, Amerika, Almanya, Rusya, İran, Israil, Fransa da buralara sulanmakta Nato ise yapılan salataya elindeki limonu sıkarak yaklaşmakta ve seyretmektedir.
Atatürk: Ben savaşı en iyi bildiğim halde, savaştan korkarım…Mecbur olmadıkça savaş bir cinayettir." diyor. Bu deney ve tecrübeyle seyrettiklerimiz doğrulamaktadır ki ülkemiz: Komşu topraklardan kaçarak Mülteci durumuna düşürülmüş kardeşlerimizin en yakın sığınağı ve umudu haline gelmiştir... Hele bizim için gideceğimiz hiç bir yer yoktur!.. Savaş:  Acı, göz yaşı, açlık, hastalık, insanî işkenceler, tahrip edilmiş ülkeler, katledilmiş, kirletilmiş namuslar, ar, haya ve şerefler, parçalanmış bedenler, kopmuş  uzuvlarla hayatını idame ettirmeğe çalışan insanlar, elektriksiz, susuz, tuvaletsiz,  gündüz ve geceleri ışıksız ve soğuk evsiz barksız, sıcak bir yatağın olmadığı şehirlerdir…  Hiçbir devlet başkanı, devlet yetkilisi, hükümeti , halkı, aydınları böyle bir manzara görmek isterler mi?.. 
Savaş yapmak büyük bir sanattır; fakat savaş yapmamak,  problemleri siyaset, dahiyane zeka ve büyük bir sağduyu ile başarabilmek daha büyük sanattır... Atatürk: "Mecbur kalmadıkça savaş bir cinayettir. Hayatlarına kastedilen en zayıf yaratıkların bile bu isteğe karşı isyan ve nefretle, son nefese kadar kendisini müdafaaya çalışmasından daha tabii bir şey yoktur. 1921"  Kaldı ki Türkiye çok güçlü ve tarihi deney ve tecrübesi olan ve topraklarını 44 milyon kilometre kadar genişletebilmiş  ve bunun 24 milyon kilometre karesini 700-1000 yıl bir arada tutarak adalet, huzur ve saadetler içinde yönetmiş bir imparatorluğun varisidir.

Ey Putin! Bilmez misin ki Türkler senin kardeşlerindir. Bugün elinde tuttuğun ve kendi yönetiminde ve komşu oldukların ile yaklaşık 350 milyon kişi, soy olarak Türk adlı boylar ve oymaklar topluluğu olarak birlikte yaşamaktasın. Devletlerde zıtlaşma, inatlaşma ve blöflerin nasıl imkansızlıklara, çıkmazlara sebebiyetler verdiğini karşındaki kardeşin Türkiye kadar bilirsin. Sen, Putin Kardeş! Ta Moskova’dan buralara kadar gelip hak iddia eder ve savaş uçaklarını Türkiye’nin tepesinde uçurmakla kalmayıp kalbinde de gürültüler ve soğuk rüzgarlar estirmek istersen bu sana şimdilik bu kadarcık ile dönüş yapmıştır.  Daha ileri gitmen ne kadara mal olacaktır bilinmez; fakat bunu denemeğe kalkışmak, hem kardeşin Türkler’e hem kardeşimiz Ruslar’a ihanet olmaktan başka bir işe yaramaz. Kardeşler, dostlar dalaşırken düşmanları sevindirmek gafletine düşmeyelim.  Meseleleri diplomatik yollarla, suhulet, akıl ve mantık çerçeveler içinde halledelim.Tarihte yapılan yanılgılara tekrar düşmeyelim vesselam. Bu iki kardeş halkların da yararına olacaktır.
Putin: “Türkiye bunu isteyerek ve planlayarak yapmıştır.” Diyor. Demekki bu olacakları daha önceden hesap ediyor, olacakları hesap ediyor ve Rulet oynuyordu…  19.yy.da Rus kardeşlerimiz ile, beş kez savaştık. 1953-1956 Kırım Savaşı yine bu durumda yapılmıştı. Salı, 24 Kasım 2015, Rus uçağı düşürülmüştür. Rusya daha önceki üç kez, 24 kasımda da on kez uyarılmış; fakat ihtarı dikkate almamış ve ihlâle devam etmiştir. Kısa süreli ihâl ise bir kez yapılır; fakat Rusya bu konuda haddi aşmıştır. Geçen günlerde üç kez, bu sefer de on kez yapılınca bunun ne anlama geleceğini, bilmem nerelerden gelerek buralarda at oynatılamayacağını karşı tarafın bilmesi gerekmez mi? Rusya’nın bölgedeki en büyük rakibi Türkiye’dir. Putin, bugünkü tavrı ile çizilen karizmasını kurtarmak ve Türkiye’nin burnunu yerlere sürtmek, belini kırmak istemektedir.
Türkiye’nin Rusya’da 12 Milyar dolar yatırımı vardır. 1.270 milyar ihracatımız, 2.800 milyar da ithalatımız bulunmaktadır. Ruslar da bunu düşünmelidir, düşünecektir.                                                 
Rusya’nın desteklemediği terör örgütü kalmamıştır. Türkiye bu konuda çok acemi kalmıştır. Destekledikleri örgütleri uluslar arası arenada bu konuda dikkatli davranamamış, eline yüzüne bulaştırmış veya basına sızmıştır.                                                                                               
Burada yapılacak tek şey var ise o da soğukkanlı, aklı selim, ve mantıklı kararlar almaktır. Halkımız, aydınlarımız, muhalefet partilerimiz ve  iktidar, aydınlarımız, yazar ve çizerlerimiz dahi, dimdik ayakta ve sonuna kadar hükümetin aldığı kararların yanında büyük bir kararlılık ve sağduyu ile sonuna kadar arkasında ve destekçisi olacağız, olmalıyız, mecburuz…                    
Biz Türkler için sadece sınırlarımız, komşularımız ve Türkiye değil; fakat dünyanın neresinde bir savaş ve anlaşmazlık varsa onu bitirmek derdimizdir... Dinimiz de onu emretmektedir: "Bir insanı kurtarmak, dünyadaki bütün insanlığı kurtarmaktır. Bir insanı öldürmek de dünyadaki bütün insanlığı öldürmek gibidir." ilkesi ile hareket etmekte ve öyle: "Yurtta barış, dünyada barış."  ilkesini atamız vasiyeti olarak destur edinmişizdir. Mecbur edilmedikçe savaş yapmayız. Ankara, Çarşamba, 25 Kasım 2015
KAYNAKLAR
  1. https://tr.wikipedia.org/wiki/Hidrojen_ekonomisi#Mevcut_Hidrojen_Pazar.C4.B1
  2. https://www.google.com.tr/webhp?sourceid=chrome-instant&ion=1&espv=2&ie=UTF-8#q=Hidrojen+ile+%C4%B1s%C4%B1nan+%C3%BClkeler
  3. http://www.dektmk.org.tr/pdf/enerji_kongresi_10/GulbaharKurtulus.pdf
  4. http://www.kultur.gov.tr/TR,25412/milli-mucadele.html

24 Kasım 2015 Salı

BAŞKANLIK SİSTEMİ, BAŞBAKANLIK ve VEKİLLİKLER ÇİN BİR TEKLİF; Abdullah Çağrı ELGÜN

BAŞKANLIK, BAŞBAKANLIK ve VEKİLLİKLER İÇİN TEKLİF
                 Abdullah Çağrı ELGÜN
NASIL SEÇMELİLER?
Vatandaş kukla değil!.. 
Bu sistemde, her seçim bölgesi,  şehirlere(il)  bir kişi gönderecek. Köyler, kasabalar, ilçe’ye; ilçeler de ayrı ayrı kendi arasında, bu gönderilenler içinden ilçe halkı, sonra parti üyeleri, en son da delegelerin teveccühünü alarak seçilmiş, tek aday olarak kalmış, birinci olmuş kişiyi ile gönderecekler… Bu seçme, seçilme süresi köy, kasaba ve ilçeler için  “On gün”lük süre ile sınırlı olacak. Son gün oylama yapılıp sonucuyla birlikte şahıs ilçeye gönderilecek.
Bu on günlük sürede köyde, kasabada, kürsülerinde konuşarak halkı ikna eden, kendini ispat eden, halk, ihtiyar heyeti, muhtarlar tarafından oylanarak, sınanarak, denenerek, köy odaları, kasaba evleri, halk meydanlarında ve veya bire bir görüşme ve kendilerini tanıtma ve ispatlama yolu ile seçilerek, ilçeye gönderilmiş kişiler, aynı şeyi ilçe kürsüsünde de yapacak, ilçe meclislerinde, belediye salonlarında, halk kürsülerinde ve bire bir halk içine inerek, kendini göstermek ve ispatlamak maksadıyla konuşacaktır. Kendini ve yapacakları projeleri anlatarak kendini ispat edecek. İlçe halkı tarafından oylanacak, sonra bütün partili üyelerin, tamamının üyelerinin oyları ile seçilecek, sonra da tüm partilerinin toplam delegelerinin tamamı tarafından oylandıktan sonra, en yüksek oyu alan tek kişi bay veya bayan olarak şehre gönderilecek…
Şehre, her ilçeden seçilerek gelmiş bu kişiler(ne kadar ilçe varsa o kadar seçilmiş kişi), ildekiler ile de yarışacak. İldeki tanıtım ve seçilme süresi de on gün olacak… Bu seçilmiş kişiler, bizzat devlet eliyle ve imkanlarıyla,  özellikleri, yetenekleri, bugüne kadar yaptıkları, deney ve tecrübeleri, birikimleri ile ilgili olarak, basın, yayın ve yerel televizyonlarında tanıtılabilmesi için fırsatlar sunulacak…  Yerel televizyon ve ilin önemli televizyonlarda kendilerini anlatacak, yeteneklerini ve kabiliyetlerini ispata çalışacak, fikrini, projelerini, kendini anlatması ve tanıtabilmeleri için  yarım saatlik zaman dilimleri ayrılacaktır…
Sonra bu kişiler için, il içindeki halkın oyuna baş vurulacak.. 
Sonra bütün partilerin üyeleri sonra da delegeleri, bu adayları parti ayırımı yapmaksızın oylayacaklar… Bu adaylara kendi partileri oy verebileceği gibi kendi partilerinden olmayan üyeler, delegeler da dahil oy verebileceklerdir. TC numarasına göre oy kullanacak seçmen internet kanalıyla tek bir kişi için oy kullanabilecektir.  İlde de kendini ispatlamış, seçilen başarılı bulunan il kapasitesine göre kaç(o il kaç milletvekili çıkaracak ise o kadar) kişi olacak ise bu kadar kişi, nüfus oranı nipetinde yarı yarıya veya yarıdan bir iki eksik bir fazla olarak ilçelerden seçilerek gelenler arasından mecburi olmak üzere belirlenmiş, oy almış olduğu sıraya bakılarak bay veya bayan, birinci, ikinci, üçüncü… onuncu…vb. gibi hangi partiden ve hangi kişi olursa olsun kazanan ilgili partinin hem de halkın vekili olacak. Buradaki seçimlerde erkeklerin tahakkümünü ortadan kaldırmak için bayanların da erkek sayısında, yarı yarıya eşit temsil edilmelerine riayet edilecektir.
Böyle seçilmiş kişiler hem parti başkanının sultası ve otoriterliği bitecek hem de gerçek, tarafsız ve objektif bir seçim ile hak eden kişiler, halk tarafından seçilmiş olacaklardır. Seçilenler, hangi partinin vekili ve ne kadar olursa olsun, aynı şekilde Millet Vekili  olarak seçilip Ankara’ya gönderilecek .
Hem her partinin katılımı, hem halkın oylayıp, eleyerek, deneyerek, bir çok seçim aşamasından geçirerek  yetenek, bilgi, beceri, deneyim, temsil kabiliyeti açısından, kendini ve meselelerini anlatma başarısı bakımlarından da seçmiş olduğu vekilleri, hem de ülkemizin medarı iftiharları ülkemizin kalkınmasında bizleri yönetmekte söz sahibi olabilecek cevherleri seçerek millete ve devlete büyük hizmetleri sağlamış olacağız.. 
Vatandaş kukla değil!..
İlle de partilerin dayattığı, hiç de layık olmayacak, olamayacak kişileri: yakın, eş dost ve akrabaları Belediye Başkanlıklarına, Millet Vekilliklerine, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına taşımak, insanlığa ihanet değil midir?
Seçilerek Meclise gelenler arasında da aynı kural işleyecek. Şöyle ki:
Meclise, çeşitli illerden bir çok aşamadan geçerek, elenerek  seçilmiş ve Meclise gelmiş millet vekilleri de basında yayında bir saatlik bir konuşma ile Meclis içindeki seçilmiş meslektaşlarına, kendi arkadaşlarına kendilerini tanıtacaklar… Bu süre beş gün olacak. Destek yine devlet eliyle ve TRT ekranlarında veya başka reyting yapan kanallarda da olabilir. Bu süre sonunda basından, televizyonlardan bütün Türkiye, seçilmiş bu vekiller hakkında da bilgi, sahibi olacaklardır.
Türkiye çapında,  katılanların elektronik internetten yapacakları oylamalar ile meclis içindeki vekillerin oylamaları sonunda, seçilecek ilk birinci olmuş kişi Başbakan, isteniyorsa hatta Başkan(şayet Başbakanlık kaldırılacak ise), diğerleri de almış oldukları oy sıralamasıyla Başbakan Yardımcıları, kaç kişi olacaksa o kadar, veya Başkan Yardımcısı olarak görev alacaklardır. Böylece hem bütün partilerin de katılımı ve iktidara ortaklığı da sağlanmış olacak, rekabet artacak, ilk altı ayda, bir yılda görevlerini yerine getiremeyenlerin yerine kendilerinden sonra en yüksek oyu almış olanlar göreve gelecek, veya yeniden meclis içindeki milletvekili ve partilerin elektronik oylamaları ile yeni bakanlar atanacaktır.Kaza, ölüm …vb. gibi durumlarda yerleri boşalanların yerine yine eski oylamaya bakarak, veya yeniden Meclis içindeki Vekillerin oyları ile en yüksek oy alanlar ve veya Meclis içinden seçim ve tüm delegelerin oyları ile göreve getirilecektir… Hem parti başkanları hem de vekiller, her dört yılda bir kez seçilebilme haklarına sahip olacak, üçüncü kez başkanlık veya vekillik söz konusu olmayacaktır.
Böylece hiçbir Başkan, Başbakan, Bakanlar kimsenin tahakkümü olmadan, objektif olarak ve kimseye gebe kalmadan, diyet ödemeden, rahat rahat görevini huzur içinde ve kanunlar çerçevesinde gönül huzuru içinde, göğsünü gere gere yapma rahtlığı ve özgürlüğü içinde olacaktır.  
Vatandaş kukla değil!..
İlle de partilerin dayattığı, hiç de layık olmayacak, olamayacak kişileri: yakın, eş dost ve akrabaları Şefliğe, Müdürlüğe, Daire Başkanlıklarına, Genel Müdürlüklere, Müsteşarlıklara, Belediye Başkanlıklarına, Millet Vekilliklerine, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına taşımak, insanlığa ihanet değil midir?  
Yasama,Yürütme ve yargı da kendi içindeki dinamiklerden, Hakim, Savcı, Bunların Başkanları aynı yöntemlerle seçecektir. Böylece yargıda siyasilerin eli olmayacak, adalet sistemi de kimsenin tekelinde olmadan kendi dinamikleri ve kuralları içinden en iyileri başa getirilerek adil bir şekilde gerçekleşecektir.
Rektör, dekan da üniversite içindeki dinamiklerden yani öğretim görevlileri ve orada görev yapan personellerin de oyları ile diğer seçilenlerde olduğu gibi dört yıllık dilimlerde seçilecektir. Okul Müdürü ve Müdür Yardımcıları da kendi içindeki dinamiklerden kendi okulda çalışan öğretmen Kurulu, toplam öğretmen ve çalışan personelleri tarafından seçilip sistem kendi kendine işleyecek. Dışarıdan hükümet ataması, torpille adam getirme, devri kapatılacaktır. Diğer daire Müdürleri, Daire Başkanı, Genel Müdür, Müsteşarlar dahil, belli kıstaslara dayanılarak üstte bahsettiğim kıstaslar çerçevesinde seçildiğinde adaletsizlik de ortadan kalkacaktır. Yani bunlarda:
Devlete alınan her memur, kendi branşı, yeteneği ve almış olduğu eğitimin gerektirdiği işte çalıştırılacak. Biyoloji mezunu Biyolog olmak için Maliye Bakanlığından kadro beklemeyecek. Mezun olduğu okulundan almış olduğu diploma gereği tabii olarak “Biyolog”dur. Tıptan mezun olan “Doktor”dur. Eğitim Fakültesinin Edebiyat Fakültesinin “Edebiyat” bölümünden mezun olan da “Edebiyat Öğretmeni”dir. Bunun için devlete girdiğinde özelde çalıştığında durum değişmez… Biyolog, Doktor, Edebiyat Öğretmeni, Kimya Öğretmeni veya Kimyager’in kadrosu ve ismi bulunduğu yere göre değişmez. Değiştirilemez… Eş durumu tayinleri belge karşılığında bekletilmeksizin gün içinde tayinleri, bayanın veya erkeğin iş yerine (nasıl isteniyor ise öylece) yapılacak, kimsenin tavassutuna, torpiline, müsaade edilmeyecek ve diğer tayin ve atamalar da kıstaslar hiyerarşik sisteme tabi olacaktır.
Vatandaş kukla değil!..
İlle de partilerin dayattığı, hiç de layık olmayacak, olamayacak kişileri: yakın, eş dost ve akrabaları Şefliğe, Müdürlüğe, Daire Başkanlıklarına, Genel Müdürlüklere, Müştesarlıklara, Belediye Başkanlıklarına, Millet Vekilliklerine, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına taşımak, insanlığa ihanet değil midir?
Devlete giren her memur:
Askeriyede bulunan sistem gibi bir sistem ile memurluğa başlamalı ve ilk beş yıl sonra her memur, yapılacak bir sınavla veya sınavsız başarı ve hizmet süresi itibarı ile  şef, Müdür, Daire Başkanı, Genel Müdür, Müsteşar olmalı… Üniversitedeki Rektörlük seçimi gibi Müsteşar dahil Yüzlerce müsteşar, genel müdür, daire başkanı ve müdür içinden görevlendirmeler yapılarak “Aktif Şef, Müdür, Daire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı, Genel Müdür, Müsteşar Yardımcısı ve Müsteşarlar kurum tarafından kimsenin müdahalesi olmadan kendi sistemi içinden ve yüzlerce müdür, daire başkanı, genel müdür ve müsteşarlar arasından görev başına gelmelidir… Millet Vekilleri, Başbakan, Bakanların bu konuda tavassut, müdahale ve yetkileri asla olmama ve sistem kendi dinamikleri içinde TARAFSIZ ve OBJEKTİF kurallar içinde işlemelidir. 
Konu ile ilgili makalemizde detaylı olarak açıklanmıştır:
Vatandaş kukla değil!..
İlle de partilerin dayattığı, hiç de layık olmayacak, olamayacak kişileri: yakın, eş dost ve akrabaları Şefliğe, Müdürlüğe, Daire Başkanlıklarına, Genel Müdürlüklere, Müsteşarlıklara, Belediye Başkanlıklarına, Millet Vekilliklerine, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına taşımak, insanlığa ihanet değil midir? (Ankara,Cuma,20 Kasım 2015)
(http://abdullahcagrielgun4.blogspot.com.tr/2015/03/milli-egitim-bakanina-ve-bakanlara-acik.html)
***
KAYNAKLAR 
www.youtube.com/com/user/cagrielgun
www.facebook.com/cagrielgun 
hikayeler.net/yazarlar/10118/-cagri-elgun    
www.antoloji.com/turkiye-m-m37-siiri   
http://abdullahcagrielgun.blogspot.com
http://tr-tr.facebook.com/;
http://cagrielgun.blogspot.com/ ;
http://gruplar.antoloji.com/turk-dili-ve-edebiyati-sevgisi/mesaj-868821083/;
http://www.hikayeler.net/yazarlar/10118/abdullah-cagri-elgun/yazilar-1/;
http://hikayeler.net/uye-yonetim/istatistikler/yazilar.asp
https://picasaweb.google.com/home 

11 Kasım 2015 Çarşamba

10 KASIM (2015) ATATÜRK’Ü ANARKEN; Abdullah Çağrı ELGÜN

10 KASIM ATATÜRK’Ü ANARKEN
Abdullah Çağrı ELGÜN
Devlet adamı, asker, korkusuz bir kahraman, inkılapçı bir deha, zamana damgasını vurmuş, kendi milletini milletlerin en üstün seviyesine çıkarmış, dahi bir insan. Türk’ün atası, Atatürk!..  Kurduğu Türkiye Cumhuriyetini şimdi görse, herhalde yeniden bir Kurtuluş Savaşı başlatırdı…
Atatürk 1938’de öldüğünde kendi kendine karar veren bir ülke, kendi kendine işleyen bir demokrasi, kendi kendine karar veren bir hukuk ve adalet sistemi ve hiçbir hükumet döneminde çağın gerilerinde kalmayacak bir eğitim sitemi bırakmıştı…  
Batılıları şaşırtan ve Asya’ya parmak ısırtan, sanayisi Türk, ekonomisi Türk, çarşısı Türk, Pazarı Türk, kısaca her şeyiyle kendi, her şeyiyle kendine yeten Türk bir ülke bıraktı. Bugün bu ülkenin sokaklarında, caddelerinde gavurca levhalar, dizilerinde Kilise ve Haç’lar ve Hıristiyan Misyonerlerinin propagandaları ile tuzaklar kurulmuş izlenesi dizilerimiz;  teknolojisiyle konuşmamaya, sessizliğe esir edilmiş halkımız, ailelerimiz;  arabalarımız,  çamaşır makinelerimiz, buzdolabı, televizyonlar, bilgisayarlarımız, cep telefonları, kullandığımız saatlere kadar her şeyi ile kendi kendine yabancılaşmış bir Türkiye’de yaşıyoruz… Giydiğimiz elbiselerden, evde kullandığımız mobilyalardan, içtiğimiz su bardaklarından, kolumuzda, vücudumuzdaki her türlü döğmelerle, burnumuz, kulağımız, göbeğimiz ve mahrem, avret yerimiz dahil döğmeler, küpeler ve kolyelerle, her şeyimize kadar yerli olmaktan, millî olmaktan, bizi biz yapan değerlerden uzaklaştırıldık.
Sekiz yüz çeşit lâle yetiştiren, Antalya, Burdur, ve Isparta’da  beş yüz çeşitten fazla renkli güllerle çevresini donatan, ve durmadan yeni yeni şeyler üretme peşinde koşan bu millet, Cami’lerindeki gül suyu, evindeki(Almanya’nın Köln şehrinin Latince adı  “kolonia” dan ismini alan) kolonya ve parfümleri bile Fransa ve Hollanda’dan ithal eder hale geldi.
Hereke İpek; Feshane Yün, İplik; Bakırköy Bez; Beykoz Deri Fabrikası Osmanlı’dan kalan son kırıntılardı. Atatürk bunun üzerine, 1 Ekim 1925 Bursa’da Merinos; İzmir’de Kağıt; Eskişehir, Kayseri, Tokat/Turhal Şeker; Kayseri Sümer Bez Fabrikaları ve Karabük Demir Çelik Fabrikaları olmak üzere 1923-1938 arasında Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinde tam tamına kırk üç fabrikayı kurmuştu…
Bu fabrikaların tamamına yakını, devlet işletmesi olup 1923-1925 arasında 36’dan 111’e; 1925-1933 yılları arasında da toplam fabrika sayısı 1087’e ulaşmıştır.
Türkiye’deki bütün bu fabrikalar ve sanayi kuruluşlarındaki kapasite 1929-1938 arasında yüzde yüz elli iki (% 152) artış göstermiştir. Kömürde yüzde yüz(% 100); Kromda (% 600); diğer madenlerde (% 200); olurken, demir üretimi sıfırdan 180 bin tona çıkartılmıştır. Şeker üretimi 200 misli artarak beş küsür tondan, 95 bin 192 tona çıkartılmıştı.
Tekstil sanayimiz, ülkenin tekstil ihtiyacının yüzde seksenini (%80) karşılayacak duruma gelmiş; pamuk ürünleri üretimi 70 tondan 3.777 tona, yün üretimi 400 tondan 763 tona, ipek üretimi 2 tondan, 31 tona çıkarılmıştı.
Türkiye bu dönemde bakır bileşkelerini ithal etmekten kurtularak, bu cevherleri ihraç etmeğe başlamıştır. Krom’da sıfırdan 600 ton gibi olağanüstü bir artış sağlayan Türkiye; dünya krom üreticisi ve ihracatçıları arasında Güney Rodezya’dan sonra ikinci sırayı almıştır… Fabrikalarını kuran, Madenlerini işleyen, satan ve kâr elde eden Türkiye, emperyalist büyük güçleri rahatsız etmeye başlamıştır. Daha ilk beş yıllık plan, sonlanmadan Türkiye’deki fabrika sayısının 1087’ye ulaşması ülkenin ve insanlarımızın yüzünü güldürmüştür.
Atatürk’ün bütün bu fabrikaları, Cumhuriyet Döneminin 1980’li yıllarda “Özelleştirme” adı ile Turgut ÖZAL ile başlayan ve 2001’de Recep Tayyip ERDOĞAN Hükümeti ile devam eden dört dönemlik iktidarında, haraç mezat, özel şahıs ve sektöre satılmış ve çoğu kapatılmıştır. 
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana: Atatürk, Menderes, Özal, Demirel, Erdoğan” derken ülke bir güzel ivme kazanmışken, ilkelerden saparak ayrı bulvarların sisli ve bulanık yollarında doğrular bulunamıyor mu?..
 (http://www.guncelmeydan.com/pano/ataturk-un-fabrikalari-sinan-meydan-t36239.html)
Atatürk: Topunu, tüfeğini Kırıkkale Silah Fabrikasında, uçağını İstanbul Beşiktaş Demirağ Uçak Fabrikası; “Hürkuş”unu, 28 Ocak 1925’te Kayseri Hava İkmal ve Bakım Fabrikasında; ilk otomobilini “Devrim” adı ile Eskişehir Demir Yoları Fabrikasında;  daha sonra 1966 yılında “Anadol” adlı yerli otomobilini piyasaya çıkarak seri üretime geçilmişti…
Bize bu yurdu emanet olarak bırakanlar: 
Ekonomisi çökmüş, dış siyaseti ipoteklenmiş, hazinesi, bankaları yabancı güçlerin kontrolüne girmiş, kardeşin kardeşi öldürdüğü, halkının,
birbirlerine sorgulayarak baktığı, çatışmaya hazır, iç savaşın eşiğinde, komşuları ile problemli içte ve dışta itibarı yara almış, ABD ve Rus uçaklarının sınırlarımızın, kah içini kah dışını kalbur gibi delik deşik yaptığı, savaş uçakları ile ihlal ettiği, Süleyman Şah’ın kemiklerinin kabrinden kaçırıldığı bir mahcubiyetle, anafor, girdabın içinde, akıntıdan akıntıya sürüklenerek çaresiz çırpınışlarla yaşamaya çalışan bir ülke bırakmadı....
İçte ve dışta tam anlamıyla itibarlı; yok olmuş bir imparatorluktan, Kocatepe, Dumlupınar, Sakarya, Çanakkale, İnönü, Kurtuluş Savaşlarından alınlarının akı ve büyük zaferle çıkmış, bir Türkiye bıraktılar. Bu Türkiye ki genç, onurlu, ektiğini ve ürettiğini, iç ve dış pazarlarda gururla satabilen, ekonomisi Kapitülasyonlardan ve Duyunu Umumiye Borçlarından kurtarılmış, kendi gücüyle ayaklarının üstünde durabilen Türkiye’dir.
Bugün, aynı gurur ve hastalıksız, ayakta olduğumuzu söylemek mümkün mü?..
Sanayisi gelişmiş, ekonomisi gelişmiş, refah düzeyi gelişmiş, savaş güçleri gelişmiş devletler karşısında, şeref ve şanla, göğsümüzü gere gere dimdik ve ayakta durabiliyor muyuz? Yoksa bu güçlerin verdikleri, vereceğiz diye oyaladıkları üç kuruş için, iki büklüm; Avrupa Birliği’ne gireceğiz umuduyla el pençe, boynu bükük, büyük güçler ve Avrupa Birliği diye dayattıklarımızın kapılarında mıyız?  
İşte Atatürk’ü andığımız bu günlerde geldiğimiz ilerleme…
Atatürk’ü minnet ve rahmetle anıyoruz…
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
TÜRK AİLE YAPISI ÇÖKÜŞÜN EŞİĞİNDEDİR
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), 2014 yılı “Evlenme ve Boşanma” istatistiklerini yayınladı. İstatistiklere göre: 2014 yılındaki boşanmaların yüzde 39,6'sı evliliğin ilk 5 yılı, yüzde 21,8'i ise evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleşti.
Mehmet Âkif’in: “Bir talak oldu mu dünyada semâlar titrer.” Dediği boşanmaların ve kadın cinayetlerinin sayısı yıllık değil, aylık değil, günlük, saatlik onları bulmuştur… Kadına yönelik şiddet ve cinayetler artmağa devam ediyor. 2015 yılının sadece Türkiye’de ilk 10 ayında 264 kadının öldürüldüğü belirtildi.
Türkiye’deki icra dosyalarının sayısının 2014 yılında Adalet Bakanlığı verilerine göre 2003 yılında 9 milyon 305 bin 453 iken, 2013 sonu itibari ile 21. Milyon, 2014 yılında ise  23 milyonu aştığını gazete haberlerinden okuyoruz.
Türk, ülkesi ve insanıyla, verdiği söz ve borcuna en sadık, bir karakter abidesi iken bugün, kredi kartları ile borç batağına düşürülmüş, insafsız bankalar elinde faiz lobisi kıskacında (20 milyon aile icralık durumda) ve veya mahkeme, banka, ATM kapıları ve  kuyruğundadır…
Karakolu, Mahkeme kapılarında bulunmayı değil, görünmeyi bir ar, arlanma, haya, ayıp sayan bu milletin onurlu evlatları; buraları görmemeyi, icralık olmamayı ayıp sayar arsızlığına düşürülmüştür… Açlık, işsizlik hat safhada… Sabahları ucuz ekmek alabilmek için, belediye fırınlarındaki kuyrukları izdihamı görmek lazımdır. İnsan bu manzaralar karşısında sanki üçüncü, dördüncü dünya savaşı mı veriyoruz diyesi gelmiyor mu?..
İşte Atatürk’ü andığımız bu günlerde geldiğimiz ilerleme…
Atatürk’ü minnet ve rahmetle anıyoruz…
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
TÜRK DEVLET
ADAMLARININ
BUGÜNE İKAZI!..  
Türkiye’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği Kurtuluş Savaşı ile darbe yiyen emparyalizm, bugün yeniden harekete geçmiştir. Koloni devletler ve ham madde ihtiyacı için petrol için, altın için, uranyum, bor, toryum için toprak peşine düşmüşlerdir.
Dün emperyalizm Üçüncü Dünya Savaşı’nı göze alamamıştı, çünkü Türkiye gibi çetin cevizlerle, yürekli aslanlarla karşılaşabilirdi... Bugünkü savaşın adı ise Küreselleşmedir. Emperyalist ülkeler kendi oturdukları yurtlarında, topraklarda değil; ama koloni olarak baktıkları veya kullandıkları, sömürge devletlerin topraklarında savaş çıkarmakta ve bu bölgeleri yeniden paylaşabilmek için de GLOBALLEŞME veya KÜRESELLEŞME diye sunulan çikolataları, bizlere yutturmaktadırlar. 
Yapılan fiiliyat ve icraatlarda görülmektedir ki küreselleşme açlık, sefalet ve yoksulluk içinde ölmektir. Küreselleşme bugünden de ortaya çıktığı gibi büyük güçlerin ağalığı, efendiliği, az gelişmiş ülkelerin hamallığı, hatta köleliğidir…
10 Kasım büyük lider Atatürk’ü andığımız ve 2015 li yılları gerilerde bırakmak üzere olduğumuz bu günlerde, her şeyden çok daha dikkatli olmak ve davranmak ve daha çok çalışmak zorundayız. Bu söz bana atalarım: Vezir Tonyukuk, Kültiğin Kağan ve Bilge Kağanlar döneminden yapılan ikazları hatırlatıyor… Tabii hepiniz bu sözleri çok kez duymuşsunuzdur. Orhun Nehri yatağında dikilen  Abidelerde Bilge Kağan Türk Milletine şöyle seslenmektedir:
“Tanrı gibi gökte olmuş, Türk Bilge Kağanı… Bu zamana oturdum. Sözümü tamamıyla işit! Bilhassa küçük kardeş yeğenim!.. Oğlum, bütün soyum, milletim! Güneydeki Şadpıt Beyleri!, Kuzeydeki Tarkat Buyruk beyleri! Dokuz Oğuz, Otuz Tatar Beyleri, milleti ! Bu sözümü iyice işit!... Adam akıllı dinle!..
Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki milletler hep bana tabiidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk Kağanı Ötüken Ormanında oturursa ilde sıkıntı yoktur.
Türk Beyleri, Milleti İşitin!..
Türk milletini toplayıp il tutacağını buraya kazıdım. Yanılıp öleceğini yine buraya kazıdım. Her ne sözüm varsa buraya kazıdım. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk Milletti, Beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız?!.” (Prof.Dr. Muharrem ERGİN, “Orhun Abideleri” 1991 İst.)
Bu kadar büyük badireler ve tecrübeler atlatmış, yedi bin yıldır varlığını barış, huzur ve sükûnet; başkalarına mutluluk vermek üzere kurmuş bu millet, dikkatli olmak zorundadır. Böyle perişan duruma düşemez…
İşte Atatürk’ü andığımız bu günlerde geldiğimiz ilerleme…
Atatürk’ü minnet ve rahmetle anıyoruz…
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
        
GÜÇLÜ DEVLETLERİN DURUMU
Araştırmacılar, Amerika’daki sosyal çöküntünün hat safhada olduğunu belirtiyorlar. Bu ülkede  on yedi (17) yaşından sonraki hamilelik oranının yüzde seksen(%80) olduğu belirtiliyor. Sosyal devlet ölüyor. Dünyayı sömürme faaliyetleri ve kâr transferleri söz konusu. Hammaddeye ihtiyaç var. Amerika’da çiftçiler ürettiklerini satamıyorlar. Amerika: “Amerika çıkarlarına uygun düşmeyen her ülkeye müdahale ederiz diyor.”
Türkiye’ye de: “On metreküp zeytin yağından fazlasını ihraç edemezsiniz!..” diyorlar. Bunun için “imtiyaz” anlaşması imzalamışız. Türkiye ile anlaşmaları var. Bunların hepsi belgelerle sabit. Yeterinden fazla ürettiğimizde, dünya pazarlarından hiç birine satamıyorsunuz. Diyelim sattınız… Amerika’da zeytin yağları elde kaldı.Bedelini dolar kuru üzerinde Amerika’ya ödemek zorundasınız. Açık gözlerin anlaşmalarına bakınız. Verdiğimiz tavizlere…
Tarihin sayfalarını çevirelim 1910’da Selânik nasıldı?..
1941’de anılarını yazan bir yazar diyor ki: “Selânik’i kaybetmek hiçbir Türk’ün aklından geçmezdi.” Selânik yüzde doksan dokuzunun Türk olduğu, Türk milletinin en canlı, en işlek, en mutaassıp bir şehriydi…
Bugün Selânik neresi, kim biliyor?
Biz hangi acıları yaşamadık?  
Ülkede borçlar borçlar borçlar… 20 milyon aile icralık durumda… Borç sarmalı ve batağındayız. Türkiye’nin bu borçlarını ödemesi mümkün müdür? 
Fişher ve Rus Çarı, Osmanlı için: “Hasta Adam.” Borçlarını ödeyemez demişti. Hatta İstanbul’da, Çukurova’da borçların tahsili için  işçilerimizi tarlalarda kendileri için çalıştırmışlardı…. Borçlarını sonuna kadar alarak gittiler.
Üç yüz ton çay üretimine karşılık, dört yüz ton çay ithal ediyoruz. Bize tohumluk çay, tohumluk tütün veriyorlar. Kendi çayınızı ekmeyin, kendi tütününüzü ekmeyin diyorlar; çünkü dünyanın en mükemmel çayı, dünyanın en iyi içimli tütünü bizim ülkemizde üretiliyor. Kendi verdikleri çay ve tütünler bir defa ekildikten sonra başka ürün vermiyor. Bu çay ve tütün tohumları kısır. Öyle kasıtla üretmişler. Hep bize muhtaç olsunlar diye… Hâla ders almayacak mıyız?
Kısaca bize tohum veren ve en kaliteli çay, tütün, haşhaş ve pamuk olarak dünyaya sattığımız bu ürünleri yetiştirmeyin,. Bizim çayımıza, bizim tütünümüze mecbur olun… Üretmeyin de….Devamlı bizden alın, bize bağımlı kalın diyorlar…
 10 Kasımda geldiğimiz nokta.
Atatürk’ü minnetle ve rahmetle anıyoruz.
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz
ÇIKARACAĞIMIZ DERSLER
Amerika Afganistan’a çıkartma yaptı. Yanında filosuyla jandarması İngiltere de var. Bütün dünya devletlerine çağrıda bulunuyor; ve diyor ki: “ Ya bizim yanımızdasınız, ya da karşımızda!..”  Bunun üzerine Fransa, Afganistan’a asker göndermekle kalmayıp, denizcilerini de savaşa soktuğunu açıkladı. Almanya iki bin altı yüz askeriyle, İspanya, İtalya binin üzerinde asker yollayarak katılıyor. Rusya, Çeçenistan’da yaptığı soykırım yetmiyormuş gibi bu defa da dünya kamu oyuna aldırmadan  Gürcistan’ın iç bölgelerine kadar yerlere girip, işgal ile  bombalamağa devam ediyor. Afganistan için çok sayıda asker gönderme kararı veriyor. Çıkaracağımız dersler yok mu?
Gürcistan’ın Devlet Başkanı Şvartnaze, Türkiye’den Gürcistan sınırlarını korumak için asker istiyor. Türkiye ise bunu Birleşmiş milletlerin kararına bırakıyor. Afganistan ise sembolik olarak doksan kişi gönderiyor. Kıbrıs problemi devam ediyor. Kırım yeniden Rusya’ya dahil edildi. Hazar’dan sonra Karadeniz de sanki Rus gölü oldu. Ruslar bütün dünyanın gözleri önünde Suriye’ye vuruyor, Türkiye’nin sınırlarını bir çok defa ihlal etmekten çekinmeyip gücünü mü gösteriyor, sabrımızı mı deniyor?..
New Yoork Times baş yazarı William Safire, 1994’te vefat eden Amerika başkanlarından Nixon’un görüşünü, yani: “Türkiye’nin Kuzey Irak’a girerek, ilhak etmesini teklif ediyor.”du.  Bu görüşü, Irak’ın Kuveyt’e girdiği sırada, Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL’da dile getirmiş, hatta zamanın Başbakanına bu konuda talimat da vermişti. Meclisten karar çıkartılmasını istemişti… Üç yıldır ataletle uyutulmuş, durgun kafalı, uyuşuk beyinlerden böyle bir ataklık, atılganlık ve cesaret beklemek mümkün değildi?!. Özal çok kırıldı, kızdı!.. Bir şey olmadı… İbretlik dersler yok mu?
Bugün Irak’ta, Faransa’da, yasak parlemontosu bulunan bir “Kürt Devleti” var.  36. Paralelde ABD tarafından kurulmuş bu:  “Kürt Devleti’nin tanınmasını bir savaş sebebi sayarız.”, “Kıbrıs’ta bir bedel ödememiz gerekiyorsa bu ağır bedeli öderiz.” Dediğimiz için şimdilik durdurabildiğimiz Kıbrıs’ın kaybı, Kürt Devleti’nin varlığı…
 Susan Amerika, Afganistan’da işini bitirdikten sonra ne diyecek? Irak’ın teröre bulaşmış olduğu bahanesiyle vurulursa, ülkemiz mülteci akınına uğrayacak, savaş ülkemize de sıçrayacak mı?.. Demişken bugün Mısır, Libya, Suriye’de aynı akibete uğradı. Amerika Devlet Başkanı: “Türkiye’nin tavrı Amerika’nın stratejisini yönlendirecektir.” Derken neyi kastediyordu?.. “Tecrübe yenilen kazıkların bileşkesidir!” Tekrar tecrübeye ne gerek?
Ekonomik güçlükler içinde bunalan Türkiye o zaman bunu kaldırabilir miydi? Kurulmuş bulunana Kürt Devleti, Birleşmiş Milletler tarafından tanınabilir mi? Türkiye neler yapabilir? İngilizler tarafından seksen yıl önce kurulan Irak,  Amerika tarafından elli yıl önce kurulan İsrail’in yanında, Filistin Devleti gerçekleşiyor mu?.. Irak’ı ve İsrail’i kuranlar, Filistin ve Irak’ta, Türkiye ve Suriye de dahil olmak üzere topraklarını bölüp bir Kürt devletini de kuracaklar mı?..
10 Kasımda geldiğimiz nokta.
Atatürk’ü minnetle ve rahmetle anıyoruz.
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
GEÇMİŞ GELECEĞİMİZİ AYDINLATIYOR
 Ülkemizin içinde bulunduğunu düşünürseniz: 6 Haziran 2001’de gazetelerde çıkan bir haber: “Van’da Otel Krizi!..” diyordu. Van’da bir otel satın alan ve adını da Ermenice: “Zafer!” anlamına gelen: “Vartan!..” koyan Amerikalı iş adamının, işletme belgesinin elinden alınmasının ardından, otel adı, bir bez parçasıyla kapatılıyordu. Geçmişten hiç ders almıyoruz.

İstanbul’un tam göbeği Boğaz’a nazır Küçük Armutluda TAYAD ve DHKP-C adlı örgütler kamp kuruyor ve F Tipi ceza evlerine karşı olduklarını öne sürerek, burasını “Kurtarılmış Bölge”  ilan ediyorlar; ve ölüm orucuna başlıyorlardı.  Kurtuluş Savaşını başarmış olan Devlet, buraya giremiyor… imajı verilmeğe çalışılıyordu… Aradan geçen zamanda Yirmi bir vilayet (21) PKK sayesinde 1 Kasım seçim öncesinde ve iktidarın umursamaz tavrı ve “Çözüm Süreci” mutabakatı ve müdahalesiz, operasyonsuzlukla geçen sürede Özerklik ilan ettirmişti. Şimdi bu girilemeyen bölgelerdeki PKK inlerine girip silah bırakılmasına, silahların gömülmesine kadar mücadele edileceğinden bahsediliyor… Geçmiş geleceğimizi aydınlatıyor… “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?!. M.Âkif” Geçmişe hiç bakmıyor, geçmişten ders çıkarmıyoruz… Müslüman din kardeşlerimiz, komşular, Kıbrıs ve diğer Türk Cumhuriyetleri için, dün durum nasıldı, şimdi nasıldır, tekrar tekrar bakmak, görmek ve gereğini yapmak gerekmeyecek mi ?!..
Bütün bu gelişmeler bizi, ülkemizi; açlıkla, işsizlikle, parasızlıkla pençeleşen, Türk halkını, Türk gençlerini yıldırmayacaktır. Biz yine tatlı rüyalarla yatıp, uzak hayaller görmeye devam etmeliyiz… Bu rüya ve hayallerdir ki ülkeleri ataletten kurtarıp, diri ve canlı ve heyecanlı kılıyor.
Şimdi Türkiye o tatlı inatlara, hayallere ve rüyalara koşuyor. Yakındır ki Türkiye, bir doğum eşiğindedir. İyi niyet ve umutla önümüze bakarak diyelim ki: Bütün bu kargaşaya, bulanık hava ve çamurlu sulara rağmen, bölgenin ve dünyanın kalbi diye bilinen ülkemiz, Avrasya’nın belki de  dünyanın lideri olarak çıkmak üzeredir.  Hem de bunca felaket ve acıya rağmen.
Büyük Atatürk’ün ölümünün 77. Yıl dönümünde 10 Kasımda, bu mübarek ve ulvî  “doğumu” kutluyorum…
Ne mutlu bugünü görecek Türk insanlarına!...
Ne mutlu sizlere!...
Ne mutlu Türk’üm diyene!...
KAYNAKLAR
http://www.milliyet.com.tr/kadin-cinayetleri/
http://www.bugun.com.tr/ekonomi/turkiyede-icralik-dosya-sayisinda-3-1232257.html
https://www.cihan.com.tr/tr/turkiyede-bosanma-orani-artti-evlenme-azaldi-1727656.htm
http://www.gazetevatan.com/evlenme-ve-bosanma-istatistikleri-aciklandi-765536-gundem/
http://www.guncelmeydan.com/pano/ataturk-un-fabrikalari-sinan-meydan-t36239.html
http://sirinnar.net/site/gaziantepte-icralik-dosya-sayisi-2015-yilinin-ilk-7-ayinda-105-bine-ulasti
Ankara, Salı, 10 Kasım 2015   

5 Kasım 2015 Perşembe

SESSİZ ÇIĞLIK; (Pratik Yaklaşım) Abdullah Çağrı ELGÜN

SESSİZ ÇIĞLIK
Abdullah Çağrı ELGÜN
PRATİK YAKLAŞIM
Vatandaş, iktidarın kazanımlarını ve bunca zaman ülke içinde ördüğü otobanları, köprüleri,  yer üstü ve yer altı tünellerini, hava yollarını, hızlı trenleri, alış veriş merkezlerine yaptığı yatırımları, paradan attığı altı sıfırları gördü. Yolsuzluğu, hırsızlığı, adam kayırmayı, rüşvet alış verişlerini, baskı, dayatma, gerçekleri karartma, ihanet çetelerini; Türkiye'nin içine düşürüldüğü aczi, hazin tabloyu 1 Kasım 2015 seçimlerinde, iktidarın geçen on üç yılda,  içine düşürüldüğü kaos ve hezimet dönemini, doğu vilayetlerimizde beyaz toroslarla korkutulmuş halkı,  terörle yıldırılmış vatandaşları, canlı bombalarla huzuru kaçırılmış insanlarımızı, ekonomik tehlikelerin geleceğine dair söylemler ile aklı karıştırılmış, demokratik olmayan uygulamalar ile iradesinin albukaya alınmışlığını seyrettiği ve "Çözüm süreci" korumasında üç yıl operasyonsuzlukla geçen sürede: Komşularımızda baş gösteren Mülteci Akımı ve Savaş, İçimizde Doğudaki İç Savaş sebebiyle uğraşacak ve düşünecek zaman değildi. Görüldüğü ve denendiği üzerine “Koalisyon Çok Başlılık”  şimdilik uygun değil, dedi;  ve  “Pratik Yaklaşım ve Zekasıyla” iktidarın takdir edilesi güzel yaptıkları azını, kötü yaptıkları çoğuna tercih etti!..

“Hükümetin az yaptıkları yeniden çok yapacaklarının, delilidir.” Dedi. Öyleyse bunca çığırtkanlığa, kaosa, diğerlerine verdiği oyun maharetsiz ellerde, haybeye gitmesine üzüldü. Kavgalı söylemlere, çatışmalara,  gereksiz sataşmalara, onay vermedi. Kararsızlığı sevmedi. “Sessiz Çığlığını” kimselere anlatamadı. Düşündü, taşındı, son ana kadar sessizliğe büründü. Zaten her gelen bir çok olumsuzluklar yapıyordu. Yiyor, içiyor, haksızlık da yapıyor… Yapıyor; ama gelen gideni aratır. Şu nedametli coğrafyada her tarafımızda savaş şimşekleri çakarken “Dere geçilirken at değiştirilmez!.. “diyerek tepki göstere göstere, üzüle üzüle, bunca zaman yapılan adaletsizliği, yaşanmadık rezalet, planlanmadık tuzak, oynanmadık oyun, yapılmadık haksızlık kalmadığını, ötekileştirmeyi bile bile, göre göre, kerhen “iktidarın ihtiraslı isteğine”  Pratik Yaklaşım ile cevap vererek, görevden aldığı, tahtından indirdiği mevcut iktidara yüklendi ve onu hak ettiği oyların çok çok üstüne çıkararak iktidar yaptı…
SONUN BAŞLANGICI
İktidarda olanlar, bu avansı iyi kullanmalı; çünkü bu iktidar için sonun bir başlangıcı olacaktır. “Kuruluş İlkeleri”nden ayrılıp: Hak, Evrensel Hukuk Sisteminden Uzaklaşma, Durumu Gidermek İçin Yasa Yapma, İnsanlar Üzerinde Tahakküm Kurma, Din ve Vicdan Özgürlüğünü Engelleme, Adalet, Eğitim, Sosyal Güvenlik, Taraf Tutma, Bütün Halkın Kucaklanmaması, Eşit İşe Eşit Ücret, Maaşlardaki Dengesizliğin Giderilmesi, Nefreti Yaygınlaştırma, Mülkiyet ve İnsan Haklarını Hiçe Sayma ve Halkın Bir Kısmını Bir Kısmı Üzerinde Otoriter Yapmak Amaçlı İktidar Gücünü Kullanma ve Diğerlerini Mağdur Etme alışkanlığına devam eder, “Kuruluş İlkeleri”nden ayrılırsa % 80 oy almış olsa bile bu iktidar devam edemez… Bu kazanımlar “sonun başlangıcı” olur ki bunu ne millet ne de iktidar istemez…

Zaten 7 Haziran 2015 Seçimlerinde, vatandaş iktidara, bir ihtar çekti, göz dağı verdi. İktidar ile oyun oynadı!.. Muhalefete de: “ Buyur, sen yap!” dedi; fakat muhalefet icranın başına geçmek, Meclisi Çalıştırmak, halka söyledikleri vaatleri gerçekleştirmek yerine, birbirleri ile dalaşmağa, birbirlerini itham etmeğe ve söz düellosuna başladı… Konumunu ve milletin kendisine verdiği bu AVANSI, YETKİYİ kullanamadı… Millet de  dört ay gibi kısa bir sürede yaşanan kaosu gördü Ekim Ayının başlarında gördü, son haftasında kararını verdi ve verdiği avansı, yetkiyi değerlendiremeyenlerden geri aldı!..
İktidar ise bugün, kendisine KERHEN oy veren; ama düşünce birlikteliği olan oyları, yeniden ÖDÜNÇ OLARAK almıştır; fakat bu “Hükümet Etme” iktidarın SON ŞANSIDIR…
Bunca zamanki iktidarında insan için, insanlık için, hak, hukuk, insan hakları, adalet, eğitim, sosyal güvence, işsizlik, yarı aç yarı tok gezen vatandaşları için yapabilecekleri iyileştirmeleri ertelemiş, geçiştirmişti. Bütün bunları bir “Devlet Politikası”,”İnsan Hak ve Özgürlükleri”  açısından “olmazsa olmaz” bir mecburiyet kabul etmedikçe başarılı olamaz… İnsana, insanın huzuruna, refahı, ve insanlığın gelişmesine yatırım yapmayan hiçbir iktidar uzun süre iktidarda kalamaz… 
7 HAZİRAN 2015, SONRASI MUHALEFET
7 Haziran 2015 Seçimlerinde Gerçek Bir Meclis Tablosu ortaya çıkmıştır. Muhalefet, ortaya çıkan genç, dinç ve eylemci, icraatçı vekillerin enerjisini, performansını heba etmiş, yüzde atmışlık blokun (%60), bilgi birikimi, devlet deney ve tecrübesi olan KILIÇTAROĞLU ve koalisyon tecrübesi olan BAHÇELİ ve DEMİRTAŞ dahil bu tecrübeyi kullanmada acze düşmüş, hatta birbirlerine düşmüşlerdir. Meclisin çalışmasını sağlayamamış, Meclis Başkanlığını bu anlaşamamazlık sebebi ile azınlığa düşen iktidara, altın tepsi içinde sunmuşlar. Mecliste gerçekleştirilmesi gereken vaatlerini yapma konusunda, yan yana gelememişlerdir. İktidarın oyununu ve taktiklerinin kurbanı olmuşlar, Meclis başkanını  iktidardan düşenlere hediye etmişler, meclisi çalıştırmak istemeyen iktidarın tuzağına düşmüşlerdir. Meclis doğru dürüst çalıştırılamadan, seçim kararı alınmış, kazanan yüzde altmışlık grubun seçim vaatleri askıda kalmıştır. 
Hiçbir parti iktidar hariç; basın yayın ve televizyonlarda kendi dertlerini, kendi haklılıklarını halka anlatamamışlardır.
Çoğunluk, söylemler ve iddialarında haklı oldukları halde, İktidar olduklarının farkına varamayıp, gücünü seçimde söyledikleri vaatlerini gerçekleştirerek hayata geçirmek yerine, birbirleri ile atışmalarda, sataşmalarda ve fikir ayrılıklarının ifade edilmesinde harcamışlar, Meclisi çalıştırmak istemeyen iktidara kolaylık sağlamak için olsa gerek birbirlerine düşmüşler, birbirlerini kötülemişlerdir.
CHP (132), MHP (80) ve HDP (80) Toplam: 292 vekil, azınlığa düşen iktidar: 258’olup muhalefetten 34 vekil daha az iken, seçimin galibi olmuş gibi hareket serbestliği içinde hareket edebilmiş, Meclis Başkanını hiçbir takıntıya uğramadan büyük bir siyaset uzmanlığı ile seçmiştir… Kazananlar ise yeterli vekil çoğunluğuna sahip ola ola “Koalisyon Kurabilecek” gerçek bir iradeyi gösterememişler; hatta 1 Kasım 2015 seçimine kadar Meclisi çalıştırıp propagandalarını Mecliste yapabilecek iken, bunu bile başarmakta acze düşmüşlerdir. Böyle olunca halkın iktidara taşıdığı çoğunluğa güveni kaybolmuş, sessizliğe bürünüp şikayet ve sitem ettikleri iktidardakilere yöneltmiş ve çoğunluk verdiklerine de: “Madem böyle, size verdiğim oyları alayım da görün bakalım! Bu kadar bağırıp çağırabilecek misiniz ”diyerek sessiz bir çığlık içinde seçimi beklemeğe başlamışlardır. Seçim sonrası sonuç ortadadır.
1 KASIM SEÇİMLERİ ve SONUÇLARI
Milletin iktidara cevabı şöyle oldu: Seçim sonuçları hem anket sahiplerini hem siyasetçileri hem bu konuda ahkam kesen duayenler için tam anlamıyla bir sürprizdir…
Seçimlerde beklenilen şey MHP, CHP oylarını yükseltirken AKP ve HDP’nin oylarının azalacağı ve olası bir CHP, MHP koalisyonunun olacağı varsayımları üzerinde duruluyordu.
Vatandaş duayenleri, anketleri ve seçim stratejistlerini yanılgıya ve yenilgiye uğrattı… Bilakis iktidarın son ana kadar yaptığı mücadeleyi, azmi ve kararlılığı gördü, intiharı önledi. İktidara yeniden bir tolerans, hoşgörü ve şans vererek  400 vekil vermedi; ama tek başına idareyi tekrar al, bu çatışmaları bitir, kaosa son ver, ikilikleri gider. Halka doğru bilgiler ver. Tarafsızlığı yeniden tesis et. Hak, hukuk, adaleti gerçekleştir. Milletin devlete ve bürokratlarına olan güvenini yeniden sağla… Ayırımcılığa son ver, seçimlerde vaat ettiğin sözleri yerine getir. Dedi.
MHP’NİN DURUMU
MHP elli yıla yakın varlığında, Devlet BAHÇELİ’nin liderliğinde, on yedi seçim geçirmiş, hiçbir vakit “Tek Başına İktidarı” yakalayamamıştır. Bütün Ülkücüler tarafından “Dava” diye bilinen “Ülkü”, “Uzak Yurtlar”, “Turan”, “Kızılelma” idealini gerçekleştirme, fikirlerini bir program dahilinde uygulayabilme eyleminden hep yoksun kalmışlardır.
Ülkücüler, ilk üstadları, yaşları ve ömürlerinin sonlandırıp, bu ülkü uğrunda geçirdiği bunca meşakkat ve çileli yılları, birer birer tamamlayıp, hayat sahnesinden çekilerek teker teker ebediyete yolcu olurlarken:
Görmeden ölürsem millette ümit ettiğim feyzi;
Yazılsın seng i kabrime: “Vatan mahsun, ben mahsun!”. Diyerek kederli ve gözü açık gitmişlerdir…
Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ: Bu gün dahi MHP hareketinin içinde, panikleyen, endişeye kapılan, daha hızlı gitmek isterken menzil şaşıran, “Dava”nın otobüsünden birer birer atlayarak; ve, veya dava disiplinine baş kaldırarak, garip eylemlerde bulunup; dolmuşa, taksiye, uçağa binip: “hiç olmazsa düşüncelerimi iktidar yapayım. Sermayeden, iktidardan, paradan, makam ve mevkiden istifade edeyim.” hevesi ile otobüsten inenleri görmüş, sadece seyretmiş, gönül burukluğu, iç çekmesi ile onlara sadece el sallamış; fakat asla üzüntü duymamış; hak bildiği yolda tek başına kalsa da devam etmeğe karar vermiştir.
Bu davanın gelenleri, gidenleri, ihanet edenleri, dalga geçenleri, dalkavukları, bukalemunları; ve gerçek idealistleri olacaktır; fakat bu dava asla bitmeyecektir!.. Omuzdan omuza, dededen babaya, babadan oğula, oğul ve kızlardan torunlara ve daha genç nesillere, bir şelâlenin gürlüğünde, bir kısrağın şahlanışında, bir aslanın haykırışında, ülkücülerden ülkücülere, zamandan zamana akıp ilelebet ve sonsuza kadar gidecektir…
Biz de diyoruz ki:
Uğruna öldüğümüz Türk’ün Kızılelması, bir gün gerçek olacak,
Bize yâr olmasa da, bugün şu kahpe felek, yarın süre dolacak.
Ey Türkoğlu, hazır ol, tufan olsa yer küre, gök yarılıp, zelzele!
Türk’ün Turan illeri, Türk’ün Kızılelması elbet gerçek olacak!..
BİLGE LİDER BAHÇELİ ve DEĞİŞİM ZAMANI
MHP’de lider her zaman ve her vakitte Alpaslan TÜRKEŞ’tir. Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ bu davanın kırk yedi yıllık sarsılmaz eri, bilge ve güçlü lideri, MHP’nin on yedi (17) yıllık başkanıdır. Başkan olduğu günden bu yana MHP’yi iktidara taşımak gibi bir misyon takip etmemiş, “ülkücü, dava adamları yetiştirme ve bu dava adamlarının bir kısmını hazır kuvvet olarak MHP’de tutma, diğer bir kısmını da diğer partilere dağıtarak, ‘ülkücü’ fikri, düşünceyi, kişileri ve fikirleri, “Dünya Türklüğü ve Müslümanlığı Açısından” iktidar yapma davasını güttüğünü, MHP’nin bir iktidar partisi değil, bir misyon partisi olduğunu bir bir konuşmalarında, arkadaşlarımıza ifade etmişlerdir…
Uzun soluklu bir mücadelede Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ bu anlamda çok başarılı olmuştur. Ülkücüleri eylemlerden, mafyalıktan ve kötü görünümlü imajlardan ve sokaktan  kurtarmıştır.
Bugün biz Ülkücüler için bundan sonraki hedef, Ülkücüleri kitle olarak, grup olarak, hareket olarak, parti olarak, fikir, düşünce olarak da iktidar yapmaktır. Böyle olunca MHP’de Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ yaşı, devlet tecrübesi, koalisyonlar tecrübesi açısından da bilgi ve birikiminden yararlanılacaktır; fakat 1 Kasım 2015 seçim itibarı ile bu misyonu başarı ile tamamlamıştır.
Hiçbir fani  ölümsüz değildir; fakat Atatürk’ün de dediği gibi: “Mesele ölmek değil; ölmeden önce idealimizi yaratmak, yapmak, yaşatmaktır…”   MHP’nin bunca yıllık Bilge Lideri Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ, MHP’nin başında yine MHP’nin şu andaki teşkilatı içinden ve dışındaki ülkücülerden, donanımlı, sadakat sahibi, ahde vafayı kendine düstur edinmiş, devlet adamlığı kimliği olan (Bunu sn. Bahçeli gözlemlemiş, izlemiş ve bilmektedir veya ilgililer ile istişare edecektir.) beş veya on yeni lider adaylarını bulacaktır, bulmalıdır.
Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ’nin bizzat seçeceği, onay vereceği özellikleri olan bu lider adayları alınacak ve Genel Merkezde çağın bütün icaplarına göre, her türlü donanım ile yetiştirilecektir. Onları bugün MHP’nın başına geçecekmiş gibi yetiştirecek. Kendisi de bizzat bu hareketin içinde kalarak seçtiği yeni lider adaylarına: deney, tecrübe, bilgi birikimi, siyaset adamlığı bilge liderliğini aktaracaktır. Kendisi arzu ettiğinde, hazır olduğu kanaatine vardığında da bu adaylardan birini, kendi yerine getirecek; ve Türkiye akıp giden bu zamanda MHP’nin iktidarında huzura olan susuzluğunu giderecektir vesselam…